|
|
 |
NİHAT BEHRAM'IN KİTAPLARI

|
Nihat Behram
253 sayfa,
22. basım, Nisan 2001
ISBN: 975-316-817-9
|
|
"Biz şahsi hiçbir çıkar gözetmeden, halkımızın bağımsızlığı ve mutluluğu için savaştık!" 1968'ler. Yazılı tarihin en barbar asrının en umutlu, en ışıklı, en cesur günleriydi. Coşkun bir devrimci dalganın bütün dünyayı sarstığı, onlarca ülkede milyonlarca insanın ayağa kalkarak, "Gerçekçi ol, imkânsızı iste," diye haykırdığı günlerdi... Böyle bir dünyada, Denizler de özgürlük bayrağını Türkiye'de yükseklere taşıdılar. ABD'ye, NATO'ya, yurtlarını yerli ve yabancı sermayeye peşkeş çekmek isteyenlere en iyi cevabı eylemleriyle, yürüyüşleriyle, cesaretleriyle verdiler. Ve egemenler, bu özgürlük kabarışının intikamını 12 Mart karanlığında üç gençten çıkarmak istediler. Somut hiçbir yasal dayanak olmadan Deniz'i, Yusuf'u, Hüseyin'i ve nice arkadaşlarını idamla yargılayıp, "Asalım, asalım!" çığlıklarıyla darağacına göndererek özgürlük ve bağımsızlık mücadelesini boğmaya çalıştılar... İşte Nihat Behram, o günlerin ölüm karanlığını sivil tarihçiliğimize belgesel bir katkı olan bu kitabıyla yırtıyor. Denizler'in asılmadan önceki son sözlerinin de ilk kez açıklandığı, yayımlanır yayımlanmaz yasaklanan ve ancak yirmi iki yıl sonra aklanan Darağacında Üç Fidan, içten sesi, ince duyarlılığı ve ödünsüz tavrıyla, bütün iktidarların geçici olduğunu, milyonların kalbinde yaşayacak olanların daima özgürlük savaşçıları olduğunu gösteriyor... Baskı altında geçen yirmi iki yılın ardından, yirmi ikinci basımıyla Darağacında Üç Fidan'ı sunarken, koyu bir karanlığın ve ahlâksızlığın içine itilmek istenen yurdumuzda, gözlerimizde hâlâ bir umut ışığı, darağaçlarında "solmayan" üç fidanın anısı önünde saygıyla eğiliyoruz...
|

|
Nihat Behram
173 sayfa
3.Basım:Mayıs 2001
ISBN : 975-316-818-7
|
|
Karanlıktaki Kentler'den birinde hayata gözlerini açan bir insandır Ali. Daha annesinin karnındayken kan davasının kurban adayları arasında olduğundan da, annesi onun kız olarak doğması için dualar etmiş, ama duaları kabul görmeyince can alıp can vermesin diye cinsiyetini herkesten saklamıştır. Ve Ali, fazla uzun olmayan ömrü boyunca bu uğursuz kaderin yaftasını boynunda taşıyıp duracaktır. Öyle ki, çocukluğunu bile sadece düşlerinde yaşamaya çalışacak, annesiyle birlikte etrafındaki bütün insanların acımasız şiddetine maruz kalacak, hayatın pırıltısını dayaktan ve aşağılanmaktan kaçmak için sığındığı kümeste, kendisi gibi evcilleşmeye direnen bir güvercinde arayacaktır... Hayatın karanlık, kapkaranlık yüzüdür bu. Acılarla deşilmiş, lime lime olmuş, bakılması ve kabullenilmesi kolay olmayan "öteki" yüzü. Ete kemiğe dayanan yoksulluğun, ufacık bir isyana bile mecal bırakmayan, dibine kadar yoksunluğun hikâyesi... Ve o dipte, bir an bile durup dinlenmeden gezinen sert ve kıyıcı kelimeler... Nihat Behram, gerçek bir olaydan çıkarak kaleme aldığı, ilk basımı "Lanetli Ömrün Kırlangıçları" adıyla yapılan Kız Ali romanında, alaca kentlerin kuduz gecelerini; garajları, bentleri, dere boylarını; düzülen köpeklerin uluyarak can çekiştiği çöplükleri; kan tüten yaraları, bıçakları, ırzına geçilen kadınları, kızları anlatıyor...
|
|
TUTANAKLAR(1)
Sen kalbini savunurken düşmana uluorta
bağrında alkış benzeri bir gürültüyle yükselerek
şehri beyaz bir örtüyle kaplıyor içinde duygular
Sen kalbini savunurken
habire göğsünde yumruklanan dünya
nemli duvarlarında hücrelerin
kanayan parmakların izleri gibi
Bilemem
hatıralar mı artık
seni
karanlık bir sokakta unutulmuş
sessiz gözyaşları mı gizler
Akarsular kadar berraksın oysa
adımların
kayalıklar kadar görkemli senin
|
|
ESİNLENDİĞİ ŞARKININ EŞLİĞİNDE
KIRIK DÖKÜK SÖZLER
Uyandırın anamı, söyleyin gidiyorum
yolumu gözlemesin, dönemem belki geri;
arkadaşlarım duysun, söyleyin gidiyorum
dönemem belki geri, kardeşim bunu bilsin...
İnleyecek köpeğim ıslığım kesilince
güvercinim saçağın boşluğuna sinecek;
babama haber salın alnarım onda kalsın
sulasın günaşırı dönemem belki geri...
Korulara söyleyin, dağlara, asmalara
baygın çocukluğumun çınladığı kırlara
söyleyin gidiyorum dönemem belki geri
gelsin anılarım beni uğurlasın...
Sadece sevdiğimden gizleyin, söylemeyin duymasın,
o kadar körpe ki kalbi, bilmiyor yitirmeyi;
söylemeyin bu akşam sevdiğim ağlamasın
|
|
UÇUP GİDERKEN ŞİİRLER
Sağnak, kuru yapraklarını tokatlayarak döküyordu dalların.
Ele avuca sığmaz, geme gelmez gökyüzünün çığlığıydı rüzgâr.
İnsan soyunu evcilleşmiş hayvan sanan bir sürü budala,
efendilerinin sinsice sunduğu yazgıyı kanıksamış; dualar ve
yasalarla tıkamış kulaklarını; uygun, uyuşuk, sinmiş; kemirgen böceklerin sesiyle yakınarak dinmesini bekliyordu fırtınanın.
Uçurumların sır sınır tanımayan evcilleşmez büyüsü ve rüzgâr nabzımda uğulduyordu.
Yolunan çimen, yırtılan duvaktı uğuldayan.
Yaseminler uğulduyordu nabzımda; gözyaşları, badem çiçekleri ve mercan.
Çocuklarına varıncaya dek her birinin bilekleri zincirli,
öfkeli tutsakların bağrışları uğulduyordu.
Yalanla kirletilmiş güzellikti uğuldayan;
süssüz zenginliği dorukların, karşılıksız özveri, incitilmiş inceliğin inleyişleri.
Kan ve ter uğulduyordu.
|

|
Nihat Behram
388 sayfa,
3. Basım : Haziran 2001
ISBN: 975-316-816-X
|
|
İnsanın herhangi bir nedenle sürgüne düşmesi, sıladan gurbete sürüklenmesi, yerinden yurdundan kopması, her zaman ve her koşulda nice hazin hikâyeler içeren bir serüvendir ve bir o kadar da çağımız insanının evrensel bir yazgısı olmuştur. İster doğduğu toprağa, ister pınarından su içtiği memleketine, ister kalbi dağlayan bir insana tutkuyla açıklansın; gurbet, mutlaka bir sevdadan ayrı düşmektir çünkü. Yoksa ayrılık ve kavuşma üstüne bunca şarkı söylenir, bunca öykü anlatılır, bunca şiir yazılır mıydı? Elinizdeki roman, Türkiye'den bir grup işçinin, yürekleri kıpır kıpır, İsviçre'ye doğru yol almalarıyla başlar. Tek istekleri sınırı kazasız belasız, yasal yollarla geçerek ekmek ve iş bulabilmektir. En büyük korkularıysa "kâğıt"tır. Kâğıt, durmadan ayaklarının bir yerlere takılacağı korkusuyla hepsinin yüreğinin ağzına getirecek bir beladır çünkü... Gurbet, çok çeşitli tiplerle, psikolojik ayrıntılarla, gözlemlerden can bulmuş derin bir gerçekçilik duygusuyla anlatılan ve birbirine bağlanarak sürüp giden, okudukça içine sürüklendiğiniz insan dramlarının bir yumağıdır. Nihat Behram bu romanında, bizi en çok yaralayan, insanlar arasındaki uygarlık çatışmasının nasıl ırk düşmanlığına dönüştüğünü anlatır. Bu insanlık trajedisine son ölümcül darbeyi de şok eden bir son indirecektir...
|

|
Nihat Behram
480 sayfa,
Altıncı Basım: Haziran 2001
ISBN: 975-316-883-7
|
Yılmaz Güney. Çirkin Kral. Türk sinemasının efsane adamı. Bu toprakların yetiştirdiği ve kahvelerden derneklere, sosyete salonlarından genelev odalarına kadar her duvarda bıçkın bakışını bulabileceğiniz tek kahraman. Yılmaz Güney o meşum olayda savcıyı vurmakla suçlandığında Türkiye’de yer yerinden oynamıştı. Düşmanları ona saldırmak için bu olaya mal bulmuş gibi saldırırken, bu büyük yönetmenin elinin ayağının kesileceğini sanmışlardı belki de. Ama Yılmaz Güney’in yaratıcı zekâsı ve tutkusunu hiçbir duvarın engelleyemeyeceğini herkes görecekti. Elinizdeki bu kitapta, Yılmaz Güney’in uzun yıllar en zorlu günlerinde yakın dostu, çalışma arkadaşı ve sırdaşı olan Nihat Behram’ın, cezaevi koğuşlarından devlet kokteyllerine, mahkeme kapılarından uluslararası davetlere, siyasal platformlardan kabadayılar âlemine, Türkiye’den İsviçre’ye, Hindistan’dan Fransa’ya kadar, hepsi belgelere dayalı, yakın arkadaşlık, kavga yoldaşlığı ve iş ilişkilerinde derinleşen roman tadında anılarını; Güney’in cezaevi mektuplarını, öncesi ve sonrasıyla firarın gerçek öyküsünü bulacaksınız.
|
|
Darağacında Üç Fidan
belgesel-anlatı olarak, yazında yeni bir türdü. İlerleyen yıllarda efsaneleşti. Behram bu kez, 'Toprakta kökü olmayan fidan gibi, hayatta kökü olmayan sanat da sahi değildir!' diyor. Ressam Bayram Gümüş'ün hayatından hareketle İstanbul tamirhanelerinden Toroslar'a dek, yalın yürek bir tabloda renklerin hayattaki öz köklerini arıyor. Konusunda milat olacak bu belgesel-anlatısıyla Behram yine çok önemli bir derdi ucundan kanatıyor. Gerçeklikten can alan tutkusuyla, yurtseverlik duygusunun ateşiyle yine çarpıcı, yine sarsıcı, yine şiirsel ve okuyanda doyumsuzluk bırakan bir yapıt. Başlarsa önemli olacak yeteneklerin önünü açan, bir başucu kitabı.
|

|
Nihat Behram
Everest Yayınları, Nihat Behram'ın 1967'den bu yana yazdığı ve 15 şiir kitabına yayılan tüm şiirlerini, son şiirlerinden oluşan yayımlanmamış 16. şiir kitabıyla birlikte tek cilt halinde okuruna sunuyor. Bir başka deyişle Hayatın Şarkısı, Türk şiirinin seçkin temsilcilerinden olan Behram'ın 1967-2004 arasına yayılan şiir külliyatıdır.
ISBN: 975-289-176-4
|
|
Toplumcu Türk şiirinin sürdürücüsü ve mirasçılarından birisi olan ve şiirini devrimci gerçekçi yeryüzü şiiriyle halk şiirinin sentezinde yoğuran Behram, 1970 sonrasında Türk şiirinde taze ve yeni bir çığır açmış, kendinden sonra yazılan şiiri derinden etkilemiştir. Şiirleri geniş kitlelerde yankı uyandırmış, kitapları defalarca basılmış, uzun yasaklı yıllarına rağmen elden ele, dilden dile dolaşarak kitlesel etkinliğini kesintisiz sürdürmüştür. Öfkesinden şefkatine, sevincinden acısına dek ilk okunduğu günün duygusuyla insanın içinde sürekli körpe, sürekli genç kalışı Behram şiirinin önemli bir özelliğidir. Yakın dönem yazarları arasında belki de en çok siyasal suçlamalara uğramış olan Behram, muhalif tutumunu hiç bırakmadan doğa, aşk, yaşama sevincini inceliklerle örerek, Türk şiirine derinlik, ivme kazandıragelmiştir... Behram'ın,
Söylemek için hayatın şarkısını
ne ölüm korkusu durdurabilmen seni
ne de acılar...
diye bir ömür yalın yürek söylediği Hayatın Şarkısı'nda kırk yıl boyunca şiirde bilenmiş sevgiyi, umudu, acıyı, direnci, özlemi, inceliği, kısaca insan duyarlığını soluyacaksınız; ayrıca, yaşanmış nice günün öyküsünü, kırk yılıyla hayatın şiirdeki insan izini; hayatın parçasıysanız
|
|
İşte gerçekçi sanatın tarihe bakışı. İşte, yaşamın sanatçı ruhuyla irdelenişi. İşte sanatçı sorumluluğu, sanatçı gücü ve işte gerçek roman. Behram, babasının özgeçmişinden hareketle, yakın geçmişimiz ve insanlık tarihini irdeliyor. Bir ucunda krallar, imparatorlar, emperyalist güçler; bir ucunda Mustafa Suphi, 1917 Ekim Devrimi, genç cumhuriyet, Mustafa Kemal, devrimler, özgürlük savaşları. Bir ucunda Hitler'den Pinochet'ye katledenler, bir ucunda Che'den Deniz'e direnenler. Bir ucunda siyasi ihtiras ve körü körüne inanç; bir ucunda, kendine kader diye dayatılanlara halkın başkaldırısı. Emperyalist savaşlar, emperyalizmin dündeki ve günümüzdeki oyunları. Osmanlı'nın Ermenileri, Ermenilerin Türkleri kıyımı; kıyımların öksüz ve yetim bıraktığı çocukların dramı. Genç cumhuriyetin yükselişi ve düşüşü. Bir ucunda kan, acı, zulüm; bir ucunda rüzgâr, dağlar, ırmaklar. Kafkasların Kars'ta, İğdır'da, Aras'ın oluğunda, Ağrı'nın doruğunda atan kalbi... Behram, şiirden süzülmüş bir dil ve destansı bir solukla, teknolojiden büyüye, politik ihtirastan dine, küreselcilikten medyaya, yaşadığı çağla hesaplaşıyor. Anlattığı her şey inanılması güç, ama bir o kadar, yaşanmış, yaşanmakta olan gerçeklikler. Bir ömrü bir solukta dışa vuran, bir solukta okuyacağınız bir roman.
|

|
Nihat Behram
Dizi: BELGESEL ANLATI
12. Baskı: Nisan 2008
Ebad: 13.5 x 19.5 cm
Sayfa: 155 + XVIII
Fiyat: 9 YTL.
Barkod: 9789752891944
ISBN: 975-289-194-2
|
|
12.BASKI.!
İşte İbo’nun ayağını bastığı toprak: Dağ ve zindan…
İşte direncin karşısında zalimin çaresiz kalışı…
Ve işkenceye karşı direnişiyle efsaneleşen bir hayat…
İBRAHİM KAYPAKKAYA’NIN RESİM ARŞİVLİ KİTABI!
Nihat Behram’ın, efsaneleşen unutulmaz kitabı “Ser Verip Sır Vermeyen Bir Yiğit” uzun yasaklı yıllardan sonra yine okuruyla buluşuyor. Behram, bu belgesel anlatısında, halka bağlılık ve inancın karşısında işkencenin gücünü yitirişini seslendiriyor. İlk yazıldığı 1976’dan bu yana geçen ve beraatle sonuçlanan yasaklı sürecinin, yasaklara karşı mücadelesinin öyküsü ve albümle genişletilen bu yapıtında Behram 12 Mart Dönemi’ndeki ölümüne direnişiyle efsaneleşen İbrahim Kaypakkaya’yı anlatırken, bir döneme de ışık tutuyor.
Altmışlı yıllardan başlayan kültür, demokrasi ve özgürlük mücadelesine, resmi tarih dışında bir perspektif arayanlara, bu süreci devrimci bir aydın ruhuyla solumuş olan Behram’ın ürünleri önemli bir kaynaktır.
|
|
|
 |
|
|
|
DUYURU PANOMUZ | | | | | | | |